442 Kodlu EGO Havalimanı otobüsü...
Saat akşamın 9'u...
Teyzem ayaklarını önündeki boşlukta duran
bavulunun üzerine uzatmış, ne hikmetse yanında
değil de diğer cam kenarındaki ikili koltuğa
yayılmış bir amca ile konuşuyor:
"Şu otobüslere bi televizyon koymadılar, Hikmet Bey.
Koysalardı şimdi ne güzel 'Yaprak Dökümü'nü izlerdik."
Teyzem haklı...
"Teknoloji de pek ilerledi üstadım; artık tüm dünya
cebimizde (tabii canım; ayda 150 milyona saniyede
12 kare "yüksek teknolojili" 3G). İstersen televizyonda
maç izle (ancak o işe yarar zaten) istersen eş-dost
ile sohbet et (kahvehane gibi, mis)..."
Şimdi ben şahsen bu zihniyetlere bakınca içimde bir
kaşıntı oluşuyor. Teyzenin yaşına bakıyorum: 60-65,
amcanın yaşına bakıyorum o civarlarda. Yahu sizin,
"bizim zamanımızda..." diye başlayıp "ya biz işte
böyle zorluklarla geldik bu günlere..." diye bitirmeniz
gereken cümlelerde neden zamanın yeni-yetme tüketim
canavarlarının tadını alıyorum ben? Ayrıca teyzeciğim,
Yaprak Dökümü'nü okudun mu bilemem (şaşırdınız mı yoksa:
o aslında roman gençler...) ama okuduysan da pek bir
yararı olmamış sana. Diyebilirsiniz ki "belki teyze
yokluk nedir bilmemiş, görmemiş; gayet rahat yaşamış
bu güne değin...". "İyi de o zaman EGO'da ne işi var
arkadaşım?" derim ve bu konuyu burada kapatırım.
Saygılar.
5 Mayıs 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder